oynayanın çirkin’i

Oynayanın ‘Çirkin’i…
Hamit Demir

Doksanlı yıllar… Tv’ler ilk kez canlı savaş/ölüm yayınlıyor. Sivas’ta canlar yakılıyor. Musa Anter, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Turan Dursun ve daha niceleri “faili malum” biçimde katlediliyor. Zonguldak işçileri Ankara’ya yürüyor. Cumartesi anneleri kayıp çocuklarını aramaya başlıyor. Özgür Gündem gazetesi bombalanıyor. Türk, Kürt, Alevi, Ermeni, Yahudi, Rum… Toplum binparçaya bölünüyor. Sanat ve sanatçılar ayaklar altında… Rüşvet, sahtekarlık, naylon faturalar havalarda dolaşıyor. İşini bilen memurlar, esnaflar ve iş adamlarının kelleleri pişkin pişkin sırıtıyor. Özel tv’ler, radyolar… Ortalık toz duman. Bugünün yaşadığımız “zifiri karanlık” için çalışmalar başlıyor.

Tam böyle bir dönemde denk geliyorum Michel del Castillo’nun “Gitar” romanına. Sevgili Can Aslanöz’ün sanat merkezinde elime alıyorum. İçine bakmadan, okumadan, bundan iyi oyun olur diyorum. Can destekliyor. Hemen okuyorum. Çarpılıyorum adeta. Soluğu Semih’in yanında alıyorum. Tanışıklığımız yeni sayılır ama ona inancım büyük. Ve sonra “Çirkin” doğuyor.

Ne yazık ki; ülkemiz bu oyunun “anlamlı karşılıklarının” coğrafyasıdır. Her daim bir öteki problemi yaşanıyor. Ozanların dilinde “gül bahçesi” olan bu topraklar, kendisinden ötesine tahammül edemeyen “ben”lerle dolu. Sana benzemeyen, senden olmayan, seninle aynı dili konuşmayan, aynı şeye inanmayan ve dahi ne varsa senden olmayan, hepsinin “yok edilmesi ülküsü” meğer ne çok içimize sirayet etmiş. Önyargıları parçalamak meğer ne denli ağır bir mesele imiş.

Ne yazık ki; acıları da anıları da aynı olan insanların birbirlerini yok saymalarına tanıklık ediyoruz.

Nihayetinde bir tiyatro oyunu bu. Hangi derde deva olabilir ki? Belki bir ayna, belki bir yüzleşme anı. Belki de hala bu topraklarda gömülü olduğuna ve bir gün ışkın vereceğine inandığımız “iyi insan”ın kendini anlatabileceği bir “dil”i hatırlatabilir hepimize.

Ötesi toprakta saklı…

—————-

⇒ Yönetmenin Çirkin’i / Semih Çelenk

⇒ Seyircinin Çirkin’i / Teoman Kumbaracıbaşı