Teoman Kumbaracıbaşı
Hamido aradı, perşembe günüydü yanılmıyorsam, ‘Teo’ dedi, ‘genel prova izlemeye gelir misin’? Dedim ‘gelirim, nerdesiniz’? Aksaray’da. Mask-Kara Tiyatrosu’nda. Pek de zor giderim, özellikle çok çok sevdiğim arkadaşlarımın oyununa, çünkü sorarlar ‘nasıl’ diye. Hani ben de alim-i cihan falan olduğumdan değil ama hissettiğimi, gördüğümü söylediğim için ve yalan söyleyemediğim için hep imtina ederim. Dedim ki Hamido’ya, ‘ben yalan söyleyemem. Ama katkıda bulunacağımdan emin olduğum bir şey görürsem mutlaka söylerim’ dedim. ‘Benim de buna ihtiyacım var’ dedi. Sirkeciye geldim halbuki hata, aslında Yenikapı’da inmeliymişim. Ordan 5 dakika sürmüyor tiyatroya ulaşmak. Epeyce geciktim karayolunu seçtiğim için. Küçük bir grup oyunu seyretmeye hazır, kendi alanlarında kıymetli işler yapmış dostlar. Dostlarından destek isteyen bir Hamido, dostun dostu olma şerefine nail olmuş bendeniz. Tatlı bir sohbet neticesinde Hamido sahneye çıktı, genç ve yetenekli bir müzisyen kendisine eşlik ediyor oyun boyunca, oyun da müzikle açılıyor.
Ne övgülerle işim vardır ne de yergilerle. Gerçeklerle yüzleşmek isterim açıkçası bir oyunda, girdiğim salondan çıkarken hayatıma bir kaç cümle, bir kaç farkındalık, bir kaç duygu, bir kaç heyecan, bir kaç an eklenmesini. Ya da yaşadığım ama tam anlamadığım, hah! evet işte buydu diye düşündüğüm ama adını tam koyamadığım şey buydu! demek isterim. Kahkahamın karnımdaki kelebeklerden yükselmesini ya da tebessüm edebilmeyi ya da gözyaşımı gözümün kıyısında tutacak anları seyretmek isterim. Koltukta yayılarak değil önde, her an kalakcakmış gibi oturmak isterim. Tiyatronun coşkusunu, oynayanın coşkusunu, metnin coşkusunu, yönetmenin kuyumcu zarafetiyle oyuna işlenmiş dokunuşlarını, gereksiz hiçbir yerde müdahale etmemiş olmasını ve oyuncusunu kendi istediği biçime yontmaya zorlamadan, özgürce bir ortak akıl, anlaşma, el sıkışma hali içinde görmek isterim. Gereksiz hiçbir şeyin bulunmadığı bir sahne düzeni, sahnenin neresinin aydınlatıldığı değil neresinin aydınlatılmadığını anlamak isterim, bir gönül ararım. Ararım da ararım.. Oyuncunun metni, hayatının her alanında – nerenin cümlesidir bu – sindirebilmiş olmasını, zaten inandığı şeyleri, hakikati zarafetle bütünleştirip bana anlayabileceğim, öyle çok da dolambaçlı yollara girmeden, takip edebileceğim şekilde bana da el uzatarak göstermesini isterim. Düşündürtmesini ama eğlendirmesini de isterim. Hünerlerini sorulmadan göstermeyen, ama sorulduğunda net bir tavırla ama abartmadan, satmadan, içinden geldiği gibi sunmasını isterim. İsterim de isterim. Evet bir genel prova izliyorum, davetliyim, para da vermedim ama Hamido! Beni tiyatroya sürüklemenin! bedelini istiyorum.
Sevgili Dostlar, Michel del Castillo’dan, Semih Çelenk’in uyarlayıp, yönettiği, artık adını söyleyeyim, Hamit Demir’in oynadığı ‘Çirkin’ adlı oyun.. Oyundan bahsetmemek için zor tutuyorum kendimi. Bahsetmeyeceğim çünkü oyunu izlerken ve sonunda ve hatta bu yazıyı yazdığım tam şu anda hala etkisinde olduğum duyguların, felsefenin, zarafetin, inceliğin, müziğin, bütünleşmenin, seyirciye saygının nasıl bir şey olduğunu herkesin görmesini o kadar çok istiyorum ki.
Gönlüne şüphe getirmemiş bir oyuncunun gönlünde şüphe olmayan bir yönetmenle, insanlık terazisinde kulun günahını tartmadan anlatan bir olağanüstü yazarın cömert birlikteliğini seyretmenin tadına doyum olmuyor. Yolun, bahtın açık olsun ‘Çirkin’.
—————-